1/16/2013

Bekleme Salonu



Birbirine çarpıp enerjisini aktaran ve aynı enerjide karar kılan parçacıklar gibiyiz. Her insan birbirinin ruhunu alıp kendiyle şekillendiriyor başkalarını ve zamanla şekiller birlikteliği renksiz, saydam, özünü kaybeden ortak bir görünüşe bürünüyor. Sonunda kendisi hakkında hiçbir şey söylemeyen her şey, aynılaşıyor. Ne kadar azsa farklılık kabullenebilirlik de o kadar fazla. Gizi kalmayan bu dünya, yeni gizleri beklediğini bile unutmuş...

Bekleme salonlarındaki insanların hali gibi. O an bir dergidir elinizdeki, içindekiler çoktan eskitilmiş, aslında önemsiz, herkesin bildiği ama bildiğini bile unuttuğu şeylerle doludur. Bir an geçmişle gelecek arasında kalmış gibi o eski derginin çağrışımlarıyla beklediğiniz şey arasında, kocaman bir boşlukta asılı kalmış hissedersiniz. Ne beklemekten, ne de anılardan cayamadan belki bir saniyeden az, belki de icat edilmemiş bir dolu zamandan fazla, sınırsızlığını haykıran zamanı yaşarsınız. Beklemeye mecbursunuz, o kapı açılmalı ve içeriye adım atmalısınız. Beklemek kafanızda kazılı bir imgeyken sonsuzluğu yaşarsınız. Hep aynı noktanın etrafında dönen harelerin ya da bir pervanenin ışığa kavuşma heyecanı gibi. Siz böylesine bekliyorken başkalarının heyecansızlığı içine çeker bir yandan sizi. Yaşamın kendisi gibi, yaşamın varoluş nedeni gibi.

Varoluşumuzun büyük patlamasından, aynı başlangıca denge için ulaşmanın kıyametini beklemek arasındaki sürede yaşamak yani. Bizi insan kılan bu duygu mu? İki yokluk arasındaki bekleyişte sonsuz bir devinim ve bunun korkusu.

Yok olma korkusunun bekleyişiyle, bir zamanlar o bekleme odasında olduğumuzu ispata ulaşma çabası. 
Dergideki eskimiş hatıraları biliyor olma ortaklığında birleştik belki yüzlercemiz. Yüzlerin ortak hatıraları yazılara dönüştü, ölüm korkusunun birer bekleyiş hikayesiydi bunlar belki de. Ya da sözcük konsomatrisleri vadı aramızda, sözcükleri süsleyen konsomatrisler. Bir masadan diğerine sözcükler servis edilirdi. Masadakileri kendi baskın hikayesiyle sustururdu belki de. Seslenen sözcüklerle dinlemeye susardı çoğunluk. Savaşlarımız da hep böyle başlamadı mı? 

Ya da birimizin öyküsü diğerinin orospusuydu ya da sadece susturabilen diktatörler yazar oldu. 
İşte yine o bekleme salonu. Elinizdeki dergi size ait olmayan ama tanıdık o kadar. Her fırça darbesiyle birbirine karışma ve sonunda aynı renkte buluşma. 

Beyaz bir dengede ve artık sözcüksüz.

Bekleyen bir dünya. Mat. Hareketsiz. 
Anlatacak hiçbir şeyi olmayan kendini zamanın ahengine bırakmışlık duygusu.

Kilitlenmemiş kapıların ardındaki gizlerin korunmuşluğu...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder