1/16/2013

Çoban

 Her şey bir resimle başladı. Bir yolculukta karşılaşılan, yanlışlıkla bavuluma tıkıştırılmış bir resim.

 Elinde bir asa. O asanın hissettirdiği hükmedici bir ölüm.Yolculuğun sonundaydı.

Kendi intiharına giden İsa gibi zayıf mıydı ya da vazgeçiş miydi o? İntikamın farklı bir yolu muydu yoksa ipi boynuna dolanmış öfkesi?

Peygamber asası bana bunu fısıldamıştı, iyiliğin buyurganlığını. O elmayı yeme ya da sadece oku der gibi.

Yolculuğun sonu kargaşaydı. Elinde asa gibi tuttuğu ağaç dalıyla minik çoban ardında uzaklarda bırakılmış koyun sürüsünü güttüğünü söylüyordu yüzündeki durgunlukla. Yeterince güdüldüklerini. Uzaklaştığını ve hikayelerin hep böyle olduğunu, sadece izlediğini söyleyen ifadesiz yüzüyle.

Suyu aksi yöne karıştırdığında durulur, dedi. Denge başka bir kaostan doğar, dedi. Doğruydu. Kaos durulurken kalan tortular yıpranmış birer oyuncaktır sonunda.

Yolculuğun sonu büyük bir çadırdı. Bir ölüm çadırına doluşanlar içinde ağlaşırken kalabalığın homurdanıp susuşu ve tekrar soluk alıp anlaşılmaz vızıltılarla...
Suçlamanın kalabalığı işte böyle gevezedir. Homurdanır, konuşur fısıltılarla. Çobanın alıkoyduğu koyun yalnızdı oysaki. Suskunluk çaresizken; katl avukatlık ister, suçsuzluk değil.

Yolculuğun sonu birinin seçimiydi. Çoban yanında sadece bir koyunu alıkoymuştu. Sizden korudum der gibi...

Sırpuhi Düsap-Dekolte Edebiyat



Sırpuhi Düsap ve Dekolte Edebiyat
Sırpuhi Düsap, Ermenice yazan ilk kadın romancı. Yazar, romancı, gazeteci, konuşmacı ve eylemci olarak bütün davasını kadının eğitimi, gelişimi, özgürleşmesi ve haklarını savunabilmesi meselelerine adamış. Feminizm aracı olarak roman yazmayı seçmiş. 

Pazartesi
13/05/2004    


BİA (İstanbul) - 1900 yılında Oriental Press'te çıkan bir yazıda,"İtiraf edelim ki, Ermeni kızları artık evi çekip ;evirmeyi bilmiyor," diyerek genç kızların hastalığının roman okumak olduğu ve kızların okumaya yönlendirilmeye başladığından beri kitap okumayı yemek pişirmeye, ev işine tercih ettikleri belirtiliyor.

İşin kötüsü, yazıya göre bu şekilde romana dalan kızlar, "ciddi" kızlara da kötü örnek olup, onları da baştan çıkarıyorlar. Sırpuhi Düsap da bu dönemlerde, Avrupa'daki feminist hareketlerden de etkilenerek, yaşadığı topumda, "kadın özgürlüğü" mücadelesini romanları, yazıları ve eylemleriyle canlandırmayı hedefleyen bir Ermeni kadını.

Bu yazıda, Düsap'ı ve döneminin koşullarında verdiği mücadelenin içeriğini, Düsap'ın fikirlerinin nelerden etkilendiğini ve bunun nasıl algılandığını ele almaya alışacağız.

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı gibi, modernleşme çabaları sırasında yapılan tartışmaların en önemli nesnesi kadınlar. Öyle ki, birçok yazıda, kadınların yeni hayat tarzının sınırları, kadının "çağdaş" hal ve tavırlarının nasıl olması gerektiği, toplumun önde gelen isimleri tarafından tartışılıyor.

Geleneksel toplumdan modern hayata geçişte kadınların üstlerine düşen görevleri verili reçetelere uygun olarak yapması son derece önemli. Aksi takdirde, yazıyı kendi feminist fikirlerinin aracı olarak kullanan Düsap gibi"dekolte" edebiyat yapmakla ve toplumun değerlerini hiçe saymakla suçlanabiliyorlar.

Örneğin, Düsap'ın ailenin, evliliğin, ev hayatının kadınlara getirdiği baskıları birazcık olsun sorgulamaya kalkışması, "batılılaşma uzmanları"nı hemen harekete geçiriyor.

Öyle ki, kadının modern olayım derken kendini kaybedip, fazladan dekolte giyinmesi ve "yanlış" modernleşme sergilemesi gibi, Düsap da romanlarıyla haddini aşıp "dekolte edebiyat" yapmakla suçlanıyor. Yani, bir kadın olarak, "ciddi" edebiyattan uzak, kadınsı duygularla "ikinci sınıf" edebiyat yapıyor.

Sırpuhi Düsap, Ermenice yazan, bilinen ilk kadın romancı. Yazar, romancı, gazeteci, konuşmacı ve eylemci olarak bütün davasını kadının eğitimi, gelişimi, özgürleşmesi ve haklarını savunabilmesi meselelerine adamış. Feminizmin, yaşadığı toplumdaki kadınlar arasında yankı bulmasında öncü olan ve bunun aracı olarak roman yazmayı deneyen bir kadın.

Fransız Devrimi'nin ilkeleri (özgürlük, kardeşlik, eşitlik ) Avrupa'da ilk feministler tarafından sadece erkekler arasındaki eşitlik ve kardeşlik kavramlarını içerdiği ve bu davada en az erkekler kadar mücadele etmiş olan kadınların yok sayıldığı için eleştirilirken, bütün bu hareketleri yakından izleyen Sırpuhi, bu fikirlerden de oldukça etkilenerek, yaşadığı toplumdaki kadınların da durumunun iyileşmesi ve varolan eşitsizliklerin değişmesi gerektiğine kuvvetle inanır. Bu nedenle sıklıkla kadınların sorunlarını gündeme getirir. Romanlarında hep kadını ve onun toplumsal yaşamdaki yerini irdeler.

Sırpuhi Düsap (Vahanyan) 1841 yılında İstanbul'da (Ortaköy) doğar. Bir yaşında babasını kaybeden Sırpuhi'nin eğitimiyle annesi Nazlı Vahan ilgilenir. Nazlı Vahan, zamanına göre iyi eğitim almış, Ermenice, Fransızca ve Rumca'ya hâkim, aynı zamanda yardım kuruluşlarında da çalışarak genç kızların eğitimine yönelik girişimlere büyük emek vermiş bir kadındır.

Sırpuhi, on yaşına kadar Ortaköy'deki özel bir Fransız Okulu'nda eğitim görür. Ayrıca, dönemin aydın kişilerinden biri olan ağabeyi Hovhannes'den de Fransızca, doğa bilimleri ve tarih konularında dersler alır. Böylece Sırpuhi, çok küçük yaşlarda Fransızca, İtalyanca ve Rumca'ya hâkim, çok iyi piyano çalan biridir. Ancak, ana diline ve kültürüne olan yabancılığı eleştirilir. Güzel bir tesadüf onu ünlü bir yazar ve şair olan Mıgırdiç Beşiktaşlıyan ile tanıştırır. Beşiktaşlıyan'dan Ermenice dersleri almaya başlar. Kısa sürede ana dilinde şiirler dahi yazar.

Sırpuhi Düsap'ı tanıyabilmek ve eserlerinin ruhunu kavrayabilmek için sadece Avrupa'daki yenilik ve feminizm hareketlerini değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda başlayan yenileşme hareketlerini ve bunların Ermeni toplumundaki yankılarını da incelemek gerekir.

1839 yılında Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilere, dini inançlarında ve eğitim-öğretim işlerinde, geçmiş yıllara kıyasla daha özgür bir ortam sağlanır.

Okumak üzere Avrupa'ya, özellikle de Fransa'ya gidip İstanbul'a dönen bazı gençler, Fransız Edebiyatı'nın etkisinde kalarak Ermeni Edebiyatı'nda yeni bir akım başlatırlar. Ermenilerde Tanzimat hareketlerinin etkili olmasında bu gençlerin payı büyüktür. Fikirlerini basın, okul ve tiyatro yoluyla halka yaymaya çalışırlar. Sadece edebiyatta değil toplumsal yaşamda da değişiklikler olur.

Tanzimat Fermanı'nın ilanına kadar Ermeni toplumunun bütün işleri amiraların ve patriğin yönetimindedir. Halkın, hiçbir konuda söz hakkı yoktur. Fakat Tanzimat hareketleriyle yavaş yavaş uyanan halk, kendi haklarını aramaya başlar. İsyanlarla şikâyetlerini dile getirir. Nihayet 1847 yılında padişah fermanıyla Ermenilere ait işlerin yönetiminde bir düzenleme yapılır. Biri dini diğeri de sivil yaşama ait işleri yürütmek üzere iki kurul oluşturulur.

Sırpuhi, "geçiş dönemi" diye adlandırabileceğimiz bu yıllarda çocuk yaşlardadır. Sırpuhi'nin yirmili yaşlarına denk gelen 1850-1860 yıllar, Ermeni Edebiyatı'nda "Zartonk (Uyanış)" dönemidir. Bu dönemde yeni okullar açılmış, çok sayıda dergi ve gazete yayımlanmaya başlamış, piyesler ve nutuklarla yeni fikirlerin geniş kitlelere ulaşımı sağlanmıştır.

Sırpuhi Düsap, hem aldığı eğitimle Avrupa'daki yenileşme hareketlerini takip eder, yabancı yazarların eserlerini okur, hem de ait olduğu yüksek sınıf nedeniyle İstanbul'un aydın kesimiyle tanışır. Bütün bu yenileşme hareketlerine rağmen, yaşadığı toplumdaki kadınların durumunda hiçbir iyileşme olmamasından da son derece rahatsızlık duyar. Sırpuhi, piyano dersleri aldığı Fransız piyanist Paul Düsap ile 1871 yılında evlenir. İki çocuğu olur.

Fakat ne evliliğin ne de anneliğin yüklediği sorumluluklar onu Ermeni kadınının sorunlarından uzaklaştırmaz, aksine ele aldığı konular genellikle evlilik, annelik, aşk ve kadın sorunları üzerinedir. Sırpuhi Düsap da, annesi gibi yardım kuruluşlarında çalışır. Modernizmin temel taşlarından biri olan eğitim, Sırpuhi'nin önem verdiği bir konudur.

Çalıştığı kuruluşlardan biri de, Ermeni kızlarını eğiten ve öğretmen yetiştiren "Tıbrotsaser Hayuhyats Ingerutyun"dur (Okulsever Ermeni Kadınlar Birliği). Sırpuhi Düsap, İstanbul ve İzmir'de yayımlanan çeşitli gazetelere yazdığı makalelerde, her yönden baskı altında tutulan, ekonomik ve toplumsal özgürlüğü olmayan kadının durumunu sorgulamıştır. Hayatı boyunca, kadınların birlik olduklarında, haklarını elde edeceklerine inanmıştır.

1883'te yayımlanan "Mayda" adlı ilk romanında toplumsal konulara değinir. Henüz romantizmin etkisini taşıyan Batı Ermeni Edebiyatı'nda, bu roman içerdiği fikirler açısından oldukça cesur bulunur. Mayda etrafında dönemin gazetelerinde oldukça yoğun tartışmalar yapılır. Romanın geleneksel ve "doğal" kabul edilen kadın rollerini sorgulaması, Kirkor Zohrap gibi önemli isimleri bile rahatsız eder.

Düsap ise fikirlerine bu derece tepki verilmesini doğru yolda olduğunun göstergesi olarak kabul eder. Bu eleştirilere cevaben iki roman daha yazar. Önce "Siranuş" (1884) daha sonra da "Araksia veya Öğretmen" (1886). Düsap üç romanında da kadının eğitimine ve iş hayatındaki ilerlemesine engel olan toplumsal baskıları işler. Kadın-erkek eşitsizliğini vurgular.

Ona göre kadınlar ancak evin dışında çalıştıklarında ve sosyal yaşama katıldıklarında, özgürlüklerini elde edebilirlerdi. Ancak eğitim ve iş sayesinde kadınlar zincirlerinden kurtulup özgür bireyler olabilirlerdi. Para kazanıp ailenin geçimini sağlamanın sadece erkeklerin görevi olduğunu düşünen ve çalışmayı küçümseyen kadınları eleştirdi. Evlilik hayatında kadının kocasının kölesi olmadığını, kadın- erkek eşitliğinin bu kurumdaki önemini dile getirdi. Yazılarında, kadınların ancak kendi haklarını savunduklarında, fikirlerini ifade ettiklerinde, düşündüklerinde, ve ürettiklerinde özgürleşebileceklerini belirtti.

Düsap, 1889 yılında tedavi amacıyla Paris'e gider. Orada kaldığı iki yıl boyunca edebiyat dünyasını yakından tanır. İstanbul'a dönüşünde on dokuz yaşındaki kızı Dorin'i veremden kaybeder. Bu acı olaydan sonra edebiyattan ve yaşamdan kopar. Kişisel arşivini yakar. 1901 yılının Ocak ayında vefat eder ve kızının yanına gömülür.

Sırpuhi Düsap, fikirleriyle kendisinden sonraki birçok Ermeni kadın yazara yol açtı. Onun açtığı yolda Zabel Asadur (Sibil), Anayis,Hayganuş Mark, Zaruhi Kalemkeryan , Zabel Yesayan gibi yazarlar mücadeleye devam ettiler. Ünlü yazar Zabel Yeseyan (1878-1934),"Silihdari Bardeznerı (Silihtar Bahçeleri)" adlı anı kitabında, ilk gençlik çağlarında kadın arkadaşlarıyla birlikte Düsap'ın yazılarını okuduklarını, kendi deneyimleri ve maruz kaldıkları haksızlıkları tartışırken bu yazıların etkisinde olduklarını anlatır.

Sırpuhi Düsap, modernleşme çabaları içinde kadın kimliği etrafında yapılan tartışmalara bir kadın olarak etkin bir şekilde katılmış ve şimşekleri üstüne çekme pahasına "savuncalı roman" (roman a these) tekniğiyle yazıyı "iyi edebiyatçı" olma iddiasıyla değil ama fikirlerini duyurmak için bir "araç" olarak kullanmış ve kadının düşük konumuna sebep olan önyargıları, statükoculuğu kırmaya çalışmıştır. (YS/BB)

* "Sırpuhi Düsap ve Dekolte Edebiyat" HAY-GİN Kadın Platformu tarafından derlendi; Pazartesi dergisinin Mayıs 2004 tarihli 90. sayısında yayımlandı. 

Bekleme Salonu



Birbirine çarpıp enerjisini aktaran ve aynı enerjide karar kılan parçacıklar gibiyiz. Her insan birbirinin ruhunu alıp kendiyle şekillendiriyor başkalarını ve zamanla şekiller birlikteliği renksiz, saydam, özünü kaybeden ortak bir görünüşe bürünüyor. Sonunda kendisi hakkında hiçbir şey söylemeyen her şey, aynılaşıyor. Ne kadar azsa farklılık kabullenebilirlik de o kadar fazla. Gizi kalmayan bu dünya, yeni gizleri beklediğini bile unutmuş...

Bekleme salonlarındaki insanların hali gibi. O an bir dergidir elinizdeki, içindekiler çoktan eskitilmiş, aslında önemsiz, herkesin bildiği ama bildiğini bile unuttuğu şeylerle doludur. Bir an geçmişle gelecek arasında kalmış gibi o eski derginin çağrışımlarıyla beklediğiniz şey arasında, kocaman bir boşlukta asılı kalmış hissedersiniz. Ne beklemekten, ne de anılardan cayamadan belki bir saniyeden az, belki de icat edilmemiş bir dolu zamandan fazla, sınırsızlığını haykıran zamanı yaşarsınız. Beklemeye mecbursunuz, o kapı açılmalı ve içeriye adım atmalısınız. Beklemek kafanızda kazılı bir imgeyken sonsuzluğu yaşarsınız. Hep aynı noktanın etrafında dönen harelerin ya da bir pervanenin ışığa kavuşma heyecanı gibi. Siz böylesine bekliyorken başkalarının heyecansızlığı içine çeker bir yandan sizi. Yaşamın kendisi gibi, yaşamın varoluş nedeni gibi.

Varoluşumuzun büyük patlamasından, aynı başlangıca denge için ulaşmanın kıyametini beklemek arasındaki sürede yaşamak yani. Bizi insan kılan bu duygu mu? İki yokluk arasındaki bekleyişte sonsuz bir devinim ve bunun korkusu.

Yok olma korkusunun bekleyişiyle, bir zamanlar o bekleme odasında olduğumuzu ispata ulaşma çabası. 
Dergideki eskimiş hatıraları biliyor olma ortaklığında birleştik belki yüzlercemiz. Yüzlerin ortak hatıraları yazılara dönüştü, ölüm korkusunun birer bekleyiş hikayesiydi bunlar belki de. Ya da sözcük konsomatrisleri vadı aramızda, sözcükleri süsleyen konsomatrisler. Bir masadan diğerine sözcükler servis edilirdi. Masadakileri kendi baskın hikayesiyle sustururdu belki de. Seslenen sözcüklerle dinlemeye susardı çoğunluk. Savaşlarımız da hep böyle başlamadı mı? 

Ya da birimizin öyküsü diğerinin orospusuydu ya da sadece susturabilen diktatörler yazar oldu. 
İşte yine o bekleme salonu. Elinizdeki dergi size ait olmayan ama tanıdık o kadar. Her fırça darbesiyle birbirine karışma ve sonunda aynı renkte buluşma. 

Beyaz bir dengede ve artık sözcüksüz.

Bekleyen bir dünya. Mat. Hareketsiz. 
Anlatacak hiçbir şeyi olmayan kendini zamanın ahengine bırakmışlık duygusu.

Kilitlenmemiş kapıların ardındaki gizlerin korunmuşluğu...